Dünden Bugüne Yaşanabilir Şehir Özlemi - 14.01.2012
Şehir ve Medeniyet Derneği'nin, 14 Ocak 2012 Cumartesi günü düzenlediği seminerin konuğu Doç. Dr. Hüseyin ÇINAR'dı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Çınar, yaklaşık bir saat süren konuşmasında "Yaşanabilir Bir Şehir" konusunu Avrupa'nın şehre yüklediği anlamdan yola çıkarak, İslam ve Türk şehir geleneğini karşılaştırmalı olarak örnek uygulamalarla ele almıştır.Çınar konuşmasında, Eski Türk geleneğindeki "Balık" isimleri şehirlerden, Hz. Peygamber'le birlikte Müslümanların Mekke'den Yesrib'e hicret ederek, burasını Medine'ye dönüştürdüklerini ve İslam Medeniyeti'nin temellerinin burada atıldığını ifade etmiştir.Medeniyet kavramının da Arapça şehir anlamına gelen "Medine" kelimesinden türediğini ileri sürmüştür. Ayrıca Farabi'nin "Medinetü'l-Fâzıla"sına atıfta bulunarak ideal toplum, ideal şehir, ideal devlet kavramları üzerinden yola çıkarak, Osmanlı döneminde kaleme alınan Kınalızade Ali Çelebi'nin "Ahlak-ı Alâî"si ile bağlantı kurup ve Osmanlı dönemi imaret sitelerinin bir nevi ideal topluma giden yolda üstlendikleri rolü vakıflardan da örnekler vererek izah etmeye çalışmıştır.Batıda şehir-kent kavramını Max Weber'in tanımı ile kale ve garnizonu olan, mahkemesi bulunan ve kendi kendine yeten, belli kuralları olan, ticaret ve zanaatla uğraşan insanların çoğunluğu oluşturduğu yaşam alanları olarak ele alındığını belirtmiştir. Batı'nın şehri, "tarım dışı üretim yapılan yer" olarak tanımladığını ve Weber'in görüşünün sonraki dönemler için belirleyici olduğunu belirtmiştir. Antik Yunan şehirlerinde merkezde agora bulunurken, Roma'da arenanın onun yerini aldığını ve meydanın batı şehir anlayışındaki önemine vurgu yapmıştır. Roma şehirlerinin bir başka özelliğinin de bütün yolların merkeze doğru uzandığını ve birbirini kesen ızgara planlı yatay ve dikey sokaklardan oluştuğunu ifade etmiştir. İslam şehirlerinde ise meydan olgusunun olmadığını, onun yerini şehrin en büyük camisinin genelde adı Ulu Camii olan yapının ve onun müştemilatının aldığını; Caminin merkez konumu etrafında diğer iktisadi ve sosyal yapıların oluştuğunu, Osmanlı dönemine has bir yapı bütünü olan Külliye ya da İmaret sitelerinin de bu yapıların genelinde merkezinde yer aldığını ileri sürmüştür. Genelde İslam özelde İslam şehri denildiğinde, Cuma kılınur ve Pazar durur" yerler olarak tanımlandığını, buna cami, mescid, hamam, medrese, han, çarşı ve mahalle gibi vs. öğelerin de eklenmesiyle İslam şehrinin ortaya çıktığını belirtmiştir. .Osmanlı Medeniyeti ve şehirciliğini tek kelimeyle "Vakıf Medeniyeti" olarak da tanımlanabileceğini belirten Çınar, "Osmanlı döneminde yaşayan bir kişinin muhtemelen şu hizmetleri aldığını ya da böyle bir ortamda hayatını idam ettirdiğini ifade etmiştir: o da, bir kişinin vakıf bir evde ya da hastanede doğduğunu,vakıf bir beşikte büyüdüğünü, vakıf bir mektepte okuduğunu, vakıf bir mektep ya da medresede hocalık yaptığını, vakıf bir akarı işlettiğini ya da orada çalıştığını, sonunda öldüğünde de vakıf bir mezarlığa defnedildiğini belirtmiş, kısaca kişi doğumdan ölüme kadar her an vakıf bir hizmetin içinde yer aldığını ifade etmiştir. Osmanlı döneminde kurulan vakıflara da örnek veren Çınar, sokaklardaki balgam ve tükürüklerin üzerinin külle örtülmesini, darüşşifalarda ya da evlerde hekimlerin hastaları tedavi etmesini, fakir ve fukarayı incitmemek için karanlığın basmasından sonra evlere yiyecek götürülmesini, suları yaz aylarında soğutmak için kurulan kar vakıflarını, köpeklere ekmek verilmesi için kurulan vakıfları ve diğer vakıf hizmetlerini örnek olarak vakfiyelerden yola çıkarak anlatmıştır.İlgi çekici bilgi ve akıcı üslübuyla Doç Dr. Hüseyin ÇINAR, katılımcılarının ilgisini biran olsun aksatmadan dinledikleri güzel bir seminer sunmuştur.