Şehir İhlallerinden, Kayyum Atamalarına Güncel Gelişmeler
Şehir ve Medeniyet Derneğimizin 5 Kasım 2016 tarihindeki seminer konuğu Batman eski milletvekili Sayın Mehmet Emin Ekmen idi. Sayın Ekmen Kürt sorunu ile alakalı olarak "Şehir İşgallerinden, Kayyum Atamalarına Güncel Meseleler" konulu bir seminer verdi. Sunumunda özet olarak aşağıdaki konulara değindi. "Ak Parti kuruluşundan itibaren ertelenen ülke sorunlarını çözme iradesini bütüncül bir yaklaşım ile ortaya koymaya çalışmıştır. Aleviler, Kürtler, Gayrimüslimler, Dindarlar ve Romanlar başta olmak üzere birikmiş sorunları Türkiye'nin demokratikleşme sorunu olarak gördü. Bu sorunları çözme iradesi ortaya konulurken, politika yaparken bu siyasi hassasiyetleri göz önünde bulundurmak gerekiyordu. Türkiye'deki yedi coğrafi bölgenin kendine mahsus siyasi, politik hassasiyeti söz konusuydu. Bu nedenle açılan tüm paketler, meclis çalışmaları hep bu beş grubu kapsar şekilde planlandı. Demokratikleşmenin önemli olduğu açıktı. Ancak PKK meselesini çözmek için bu yetmiyordu. AK Parti 2004 yılında Eve Dönüş Yasası'nı çıkartmak suretiyle PKK'yı silahsızlandırma için ilk adımı atmış oldu. Ardından 2005 yılında dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır konuşmasında ilk defa Kürt sorunundan cesur bir şekilde bahsetti. PKK'yı silahsızlandırma süreçleri Ak Partiden önce en az 7 kez denenmişti. Ak parti de 2004-2005-2009-2013 olmak üzere dört kez bu girişimde bulundu. Tüm süreçlerde mutlaka bir dış ülkenin desteği vardı. Ancak 2013'te başlatılan Çözüm Süreci sadece Mit ve İmralı arasında yürütülen bir süreç idi. Yani milli bir süreç idi. İmralı üzerinden PKK'da birer güç odağı olan Kandil, Diyarbakır, Ankara, yurt dışı diasporası ve cezaevleri sürece dahil edilmeye çalışıldı. Çünkü PKK tarafında kimse İmralı'ya açıktan karşı çıkamazdı ve çıkamadı da. Ancak sürecin uygulamasında pasif tutumlar ile süreç boşa çıkarıldı. Örneğin 1 Mayıs'ta yurtdışına çıkarılması gereken silahlı unsurların geri çekilme süreci Haziran'da yavaşlatıldı, Eylül'de ise tamamen durduruldu. Böylece sürece ilk ciddi darbe vurulmuş oldu. Buna rağmen tarihin en büyük demokratikleşme paketi 2013 Eylül'de açıklanarak Kürt'lerin temel hak ve hürriyetlerinin PKK'ya ambargo edilmediği ortaya kondu. Tıpkı önceki çatışma süreçlerinde yapılan iyileştirmeler gibi. Maalesef PKK çözüm sürecini kendi alan hâkimiyetini arttırmak amacıyla kötüye kullandı. Çatışmasızlık sürecinden nemalanarak doğu ve güneydoğuda örgütlenmeye hız verdi. Köylerde ve şehirlerde aleni olarak faaliyetler yürüttü. Kolluk kuvvetleri ise çatışmasızlık sürecini bahane ederek bu olaylara göz yumdu. Çatışmasızlık sürecinde devletin bir kısım kolluk kuvvetleri laik Kemalist anlayışta olduğundan göz yumarken, bir kısmıda maalesef Fetö dolayısıyla göz yumdu. Aynı zamanda bir kısım mülki amirler sorun çıkarıp süreci baltalamanın müsebbibi olmamak adına sessiz kaldı. Hükümet yetkilileri çatışmasızlık isterken PKK’nın bölgede istediği gibi hareket etmesini kast etmiyordu. Müdahale edilmesi gereken yerde kolluk kuvvetlerinin müdahale etmesi gerekirdi, edilmedi. 2014 yılına gelindiğinde çözüm sürecinde bazı sorunlar baş göstermeye başladı. Gezi olayları, ardından 17-25 Aralık süreciyle birlikte Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilme süreci çeşitli sebeplerle sürece zarar verdi. Süreci olumsuz etkileyen en önemli mesele ise Suriye meselesi idi. Bu süreçte yanı başımızda baş gösteren Suriye’deki iç çatışmalarda Kamışlı gibi bazı şehirler Esed tarafından adeta anahtar teslimi PYD’ye teslim edildi. PYD/PKK'da Suriye'de elde ettikleri kazanımların diyeti olarak Türkiye'de önce çözümsüzlüğü sonra savaşı tercih ettiler. Türkiye'nin Suriye'deki politikası PKK ve PYD tarafından Kürt karşıtlığı olarak yansıtıldı. Çözüm süreci 6-8 Ekim olayları ile birlikte ciddi akamete uğramış oldu. 6-8 Ekim olaylarının İran istihbaratı tarafından organize edildiğini düşünüyoruz. 52 insanın öldüğü bu olaylarda beş altı kişi Hüdapar'lı 6-7 kişi Suriyeli, yaklaşık 35-40 kişi PKK'lıydı. Fakat PKK burada öldürülen kendi adamlarını sahiplenemedi. Çünkü olaylar meşruiyetini kaybetmişti. 6-8 Ekim olaylarında devlette de çözüm süreciyle ilgili zihinsel bir kırılma yaşanmış oldu. Sorunlara rağmen kimse bozan taraf olmak istemiyordu. Ceylanpınar'da iki polis memurunun evde uyurken öldürülmesini HPG açıklama yaparak olayı üstlendi. PKK Ceylanpınar eylemiyle böylece vazgeçen taraf oldu. Hükümet Kandili bombalayarak cevap verdi ve böylece yeniden çatışma süreci başladı. Devamında PKK saldırılarına devam etti, süreç bozulmuştu. Kış geldiğinde PKK şehir savaşları ile çatışmaları derinleştirmeye karar verdi. Bu dönemde ilk etapta Varto, Silvan ve Cizre'de ilk kalkışma denemeleri söz konusu oldu. Ardından tekrar Cizre ve Sur'da, daha sonra Yüksekova ve Nusaybin'de Hendek savaşlarına başladı. Aslında askeriyenin, istihbaratın bilgisi olduğu halde dört ay önceden hendekler kazılmaya başlandığı halde, bu konuda maalesef bir adım atılmaması manidardır. PKK'nın birçok yerde Hendek savaşlarını başlatamamasının sebebi halkın ciddi manada karşı çıkması idi. Bazı yerlerde bunu engelleyemeyen halk o bölgeleri terk ederek PKK’ya destek vermemiş oldular. Çatışma bölgelerine hayatta eline silah almamış olan üniversite öğrencileri çekildi onlar adeta ölüme yollanarak kitle tahrik edilmek istendi. Ancak Halk hendek savaşlarını hiçbir zaman desteklemedi ve sahip çıkmadı. Kobani olaylarında bir anda on binleri sokağa dökebilen PKK-HDP hendek çatışmalarında halkı sokağa dökemedi ve eylem yaptıramadı. Şu anda bölge halkı PKK'ya pasif olarak çok ciddi tepkiler veriyor ve hiç bir eylem çağrılarına cevap vermiyor. Bu durumun aktif tepkiye dönüşmesi için zamana ihtiyaç var. Temmuz 2015 yılında iki günde Türkiye'de 56 tane olay vuku buldu ve özellikle bazı şehirlerde olaylar meydana geldi bunlardan bir tanesi Kırşehir'de bir kitabevinin yakılması da dahildi. Ankara'da İstanbul'da ve diğer bazı şehirlerde bazı olaylar halkı karşı karşıya getirmek isteniyordu. Milletimizin feraseti ve soğukkanlılığı bu provokasyonları önledi. 2009 KCK davalarında PKK içi bazı kadroların tasfiyesi, Çözüm sürecinde yaratılan istihbarat zafiyeti, son bir yılda terörle mücadelede yapılan birçok ölçüsüz hareketin ardında hep FETÖ vardı. Bugün 2. Ordu'nun tüm komuta kademesinin tutuklanmış olması da buna önemli bir delildir. HDP’li belediyelerin PKK'ya destek vermesi, canlı bomba cenazelerine katılım, kayyum atama ve dokunulmazlık sürecini doğurdu. HDP yönetimi kendi başına karar verebilecek inisiyatife sahip değildir. PKK yöneticileri bunlara talimat vermek suretiyle bunları yönlendirebiliyor, iş yaptırabiliyor. Dolayısıyla bu unsurların kendi başlarına Türkiye'de politika belirleme şansları da yok. Belki ilk günden itibaren HDP ve diğer partileri PKK'ya rağmen tolore etmek gerekirdi. Çünkü geniş seçmen yığınlarının bu partilere atfettiği anlam hep teröre karşı sivil siyasi alanı desteklemek şeklinde oldu. PKK da her seçimden sonra bir terör dalgası ile bu partileri hep yatağında boğmaya çalıştı. Bugün Hendek savaşlarına halk destek vermiyor ise bu, siyasi imkânların varlığı nedeni iledir. O halde bizim bu siyasi imkânları PKK'ya ve hatta kendilerine rağmen korumamız kollamamız nihai olarak PKK'yı zayıflatacaktır. Bu olmadı buna rağmen gelinen noktada halkın kayyum ve tutuklamalara tepkisizliği de PKK'ya duyulan tepkidendir.